Paranoyak Ruhlar
Ona-buna eksiklik-bozukluk atfedenler, kendilerini ifade etmek için herkesi hor görürler. Bunlar gönüllerine göre kendilerini ifade edemedikleri için hep alemin kusurları ile meşgul olurlar. Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, “O bozuk, bu bozuk, şu da bozuk” diyene “Bozuk olan asıl kendisidir” manasına şöyle buyurmuştur: “Insanlar helak oldu diyen asıl kendisi helak olmuştur.” Kişinin vicdanı ve kalbi duru olsa her şeyi duru görür. Mizaç bakımından herkeste kusur arayanları, birkaç hafta Cebrail Aleyhisselam’la buluştursan onda da kusur bulur ve “ayağını nasıl kaydırabilirim?” yolları araştırır. Aslında bozukluk bu tip insanların karakterlerindedir. Bunların ahlak anlayışı geçimsizliktir. Bu tip hiç kimse ile geçinemeyenlerin bütün derdi, kendini ifade etmektir. Bunlar sürekli kendilerinden bahsedilmesini, hep kendilerine değer verilmesini ve her zaman öne çıkarılmalarını isterler. Bir işi üstün bir başarıyla tamamladığın zaman şunu diyebiliyor musun: ” Eğer şu arkadaş veya benden başka birisi yapsaydı, bu iş neticeleri itibarıyla daha çok hayırlara vesile olacak ve dolayısıyla daha fazla başarı elde edilmiş olacaktı.” Işte bu anlayış Kur’an ruhunun ve Peygamber ahlakının ifadesidir. Aksine hep beklenti içinde olup kendini her zaman öne sürmeye kalkanlar, hezeyanlarını bir ruh hastalığı içinde yaşayanlardır.
***
Fıtrî davranmak ihlaslı olmayı kolaylaştırır.
***
SAMIMIYET VE ADANMIŞLIK
Samimiyete Allah’ın lütfu başka türlü olur. Insan hergün kalbini mercekten geçirmeli, sonra işe koyulmalı. Sen kendini hiç düşünme. Düşünülecekse seni başkaları düşünsün. Meşruyu bile Allah rızası için yapılan işlere karıştırmamalı. Meşru dairedeki zevk ve lezzetleri senin için başkaları düşünsün. Sen ölesiye çalışırken dostların “Yeter, gel artık!” desin.. kolundan tutup seni zorla düğün odasına soksun. “ADANMIŞLIK” budur. Adanmışlık, Allah rızası uğrunda yaptığı işler dışında her şeyi kendine haram bilmektir. Bu uğurda tabiatınla savaşacaksın. Işte Mus’ab’lık burada başlar. Bu noktada Ibn Cahş olunur. Kalbini yalnız O’na ayıracaksın. “Bu dil beyt-i Hüdâ’dır, oraya başkasını oturtmam” diyeceksin. Sadece “Allah” deyin bereketini görün, kendinizi kat’iyen karıştırmayın. Yırtınsan da, çırpınsan da, ağlasan da eğer kalbindeki ses O’na ait bir ses değilse, samimi değilsen sükût etmen, susman senin için daha hayırlıdır. Bir “Sübhanallah” derken bile baktın ki gönlünün sesi değil, “Süb” de, kes onu¼
***
Bugün Islam alemi öyle hadiselerle karşı karşıyadır ki; müminler ölesiye dua etmeli ve ancak “Ya Rabbi! Saatlerdir yüreğimi yırtarcasına yalvarıyorum. Dahası senin rahmet ve mağfiretine güvensizlik izhar etmek olur.” duygusuyla ısrardan vazgeçmeli.
***
INANÇSIZLIK HER DEVIRDE AYNIDIR
Inançsızlık mülahazası her yerde, her zaman aynıdır. Ebu Cehil “Allah nerede?” diyor. Aynı küfrü bu çağda da görebilirsiniz; laboratuardaki adam “Bak, Allah’ı burada göremiyoruz, nerede O?” diyor. Ona şöyle demek lazım: “Ahmak! Allah senin laboratuarına girecek şey mi? Atomun içindeki çekirdek dönüyor, döndüren eli mi arıyorsun. Yoksa Gagarin gibi O’nu küre-i arzın etrafında mı arıyorsun?” Uzayda dönüp dolaşıp da “Allah’ı göremedim” diyen Gagarin için Necip Fazıl demişti ki: “A be ahmak! Allah’ın -haşâ ve kellâ- fezâ-yı ıtlakta dolaşan bir balon olduğunu sana kim söyledi?”
Bakış zaviyesi yakalanamayınca “doğru” bulunamaz. Hani Firavun adamlarına demişti; “Hele bana yüksek bir kule yapın da çıkıp bakayım, Musa’nın Rabbi orada mı?” Zavallı, bilmiyor ki onun kule diye yaptığı deryada bir katre, çölün içinde küçücük bir tepecik. Işte bakış açısı bu olunca küfür aynı küfür, zaman ve mekan değişse bile o değişmiyor.
***
Içinde işlenmesi kesin bir günah ve ma’siyet bulunan bir amel, ileride elde edilmesi şüpheli bir sevaba bina edilmez. Ilerideki ihtimal bir sevap için günaha girmek caiz değildir. Yarına çıkacağımıza dair elimizde bir senet yok ki!
***
CEZALARIN TEHIRI
Insanda bazı latifeler vardır ki, bir kipriğin ağırlığını bile taşıyamaz, bir anda kaybolur, batar gider. Işlenen günah ve hatalar karşısında cezaların bu dünyada verilmemesinden insan hep endişe duymalıdır. Eğer hiçbir ikaz almıyor, hiç sürçüp düşmüyor, hastalığa ve herhangi bir sıkıntıya maruz kalmıyor ve hiçbir menfi durum ona isabet etmiyorsa oturup düşünmesi ve bu durumundan dolayı da kendinden endişe etmesi gerekir. Hafizanallah en tehlikelisi de cezaların sonraya bırakılmış olmasıdır. Tavır ve hareketlerimizde hatta ifadelerimizde içimiz duru değilse; adımlarımız ihlas adına değilse; her yaptığımızı O’nun rızası istikametinde yapmamışsak ve Cenab-ı Hak bunları tehir edip ahirete bırakıyorsa işimiz bitik demektir. Bundan dolayı tir tir titremeliyiz. Bir de Rabbimizle aramızdaki münasebet hangi çizgide seyrediyor, bizim irfanımız bu mevzuda nerededir, vicdanımızla tartar ve böylece konumumuzu tayin etmiş oluruz. Bazıları için yatakta gaflet içinde ayağını uzatması, şurda-burda uluorta açılması bile Rabbiyle arasındaki münasebeti açısından risklidir. Böyle ölçüler umumi değil, kişi ile Rabbi arasındaki münasebete göredir. Herkes için geçerli olmayabilir, şahıstan şahsa bu ölçüler değişebilir.
***
Bazen, sırf mütevazi görünme niyetiyle yapılan tevazu, kibirden daha tehlikeli, öldürücü olabilir
.***
SOFRALARA TEKRAR ÇEKI DÜZEN
Bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde fakr u zaruret içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışan pekçok insan var. Hayatı sırtlarında taşınmaz bir yük gibi taşıyorlar. Soframızdaki çeşit fazlalığına içimizde bir tepki olmalı. Ne kadar kalori ihtiyacımız var, onu alsak ve bunu aramızda bir içtimaî protokol haline getirsek; artık sofralarımıza bir çeki düzen versek. Yoksa adaletsizlik üzerine kurulan cihanı Cenab-ı Hak yıkar. Bu mevzu insanımızca unutuluyor, tekrar ber tekrar hatırlatmak lazım.
***
Gemi feneri konumunda olanların halleri ve hareketleri de o ölçülede dengeli olmalıdır.
***
TAKVANIN IKI YÖNÜ
Allah’a göre herşey çok kolay. Biz esbap planında düşünmeye kalkınca herşey çetin gibi geliyor. Çok fedakarlık istiyor, sabırla çalışıp çabalamak istiyor. Eğer kulluğun hakkını vermek istiyorsan, Allah sana ne vermişse O’nun rızası uğrunda sarfetmelisin. Bir de bu yolun yolcusu, her zaman takvayı esas almalı. Tekvinî emirlere bakmada da takvadan sapmamalıdır. Takvanın bu iki yönü de ihmale gelmez (Takvanın iki yönü: 1. Teşriî emir ve nehiylere riayet. Yani, dinin “yap” veya “yapma” dediği hususlarda emre imtisal etmek. 2. Tekvinî emirlere riayet. Yani, Allah’ın kainatta cari sünnetine (kanunlarına) uygun hareket etmek). Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm’ın hayat-ı seniyyelerine bakıldığında, O’nun sebepleri gözardı etmeden, âyat-ı tekviniyeyi çok iyi okuyarak hep takva yörüngeli yaşadığını görürüz. Mesela O, ashabına “Gece yatarken, evinizde yanan ateşi söndürünüz” buyurmuşlardır. Işte burada ve benzeri sözlerinde sebeplere riayet edilmesini ve ateşten dolayı evde herhangi bir kazaya sebebiyet verilmemesini ifade etmişlerdir.
Allah için yeme-içme, Allah için çoluk-çocuk sahibi olma, Allah için işleme, Allah için başlama.. bunları ardı ardına sıralayın ve çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar, işte bunların hepsi Allah için yapıldığında, Allah adına hareket edildiğinde takva dairesine girmiş ve her yaptığınız amelde ibadet işlemiş olursunuz. Fakat “Hele bir namaz kılayım da görsünler” “Hele bir konuşayım da nasıl konuşulurmuş öğrensinler” “Herkesten daha çok vereyim de vermek, civanmertlik nasıl oluyormuş bilsinler” dediğiniz an pekçok şeyi kaybedersiniz.