Saygısızlığa Savaş
Kur’an okurken, hutbe verirken “Estaizü…” diyorlar, bu yanlış. Kur’an’da Kur’an okunacakken “Allah’a sığınma dileyin, sığınma talebinde bulunun” buyruluyor. Bu halde okurken biz, “Sığınma talebinde bulunuyoruz” demeyiz, “Sığınırız”. (Estaizü: “Sığınma diliyorum”; Eûzü: “Sığınıyorum” manasına gelir.) Yani her halükarda “Eûzü billahi…” demek lazımdır.
Her zaman Eûzü Besmele’yi adet haline getirmeliyiz. Ayet okurken besmele yetmez. Çok saygılı davranmalıyız. Efendimiz’in her adı geçtiğinde mutlaka salavat getirmeliyiz, sadece dille değil bütün vücudumuzla. O’nun adı geçtiğinde hem bedenen hem ruhen toparlanmalıyız. Çünkü O’nun ruhaniyatı teşrif etmiş olabilir. Ama bu saygıyı gösterirken de katiyen riya ve sum’aya girmemeli, saygımızı gönlümüzün derinliği ölçüsünde ve içimizden geldiği şekliyle ifade etmeliyiz.
SAYGISIZLIĞA SAVAŞ AÇACAĞIZ. Her yerde saygıda aşırı hassasiyet göstererek onu yerleştireceğiz.
***
Zühdün tarifi: “Dünyayı kesben değil, kalben terketmek.” Bunun ölçüsü de dünya umurundan kaybettiğine üzülmemek, kazandığına sevinmemek
***
Hazreti Süleyman bir karıncanın bir senede ne yiyeceğini sormuş. “Bir buğday” demişler. O da denemek için bir karıncayı bir kutuya koymuş ve içine de bir tane buğday atmış. Bir sene sonra açıp baktığında kutuda karınca ve buğdayın yarısı varmış. Karıncaya sormuş: “Sen senede bir buğday yemez miydin?”. “Ya Süleyman! O rızkımı Rezzak u Kerim verirken öyle idi. Ama rızık senin vasıtanla gelince senin ileride ne yapacağını bilemedim ki onun için ihtiyatlı davrandım.”
***
Birbirimizle kavga edip çekişip duruyoruz. Birbirimize canımız sıkıldığı kadar Allah’ın adının duyulmayışına canımız sıkılmıyor. Halbuki o bizim var oluş gayemiz.
***
Beklenti
Biz hiç ama hiç beklenti içinde olamayız. Hatta bir insana bir iyilik yaptığımızda ondan bile teşekkür beklentisi içinde olmamalıyız. “Men lem yeşkurin nâse lem yeşkurillah – İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da teşekkür etmez.” hakikatı onu ilgilendirir, bizi ilgilendirmez. Biz tek bir şeyin beklentisi içinde olabiliriz o da ALLAH RIZASI. Hiçbir şeyde hırs göstermek caiz değildir ama Allah’ın rızasını kazanmak uğruna, O’nun adını dünyanın her tarafında duyurma hususunda ölesiye hırs göstermek caiz, hatta matlubtur. Hırs gösterilecek tek nokta budur.
***
Bizim pek çok zaaflarımız var. Bunların farkına varma ve itiraf etme, onları iradeyle zapt u rapt altına alma ve onlara rağmen iffetle yaşama insanı evc-i kemalâta (kâmil insan zirvesi) yükseltir.
***
Hazreti Adem’in yasak meyveye el uzatmasına “Hasenâtül ebrâr seyyiâtül mukarrabin-Ebrar adına iyilik sayılan bir fiil, daha ileri seviyede bulunan mukarrabin için günah sayılır” sırrıyla bakılmalıdır. O bir içtihat hatasıdır, iftar vaktini bilememe meselesidir. İnsanların bulundukları konuma göre yaptıkları fiiller farklılık arzeder. Salonda bulunanın, koridordakinin yaptığını yapması, salonda olma adabına uymayacağından hatadır. Harem odasında hareme mahrem olmuş kimse de salondakinin yaptığını yapamaz.
***
Efedimiz hakkında akla gelen kötü şeyleri hemen ELİNİN TERSİYLE VURUP KOVACAKSIN! Hiç barındırmayacaksın. Hani bahar bulutları gibi zihne gelse.. hani mesela “taaddüt-ü zevcât” filan akla gelse hemen “Ne güzel Ya Rabbi! O Güzeller Güzelinde bu şey ne güzel duruyor!” diyeceksin.
***
Günah çok kötü bir şeydir ancak bir yerde iyi sayılabilir. O da kulun bir günaha girip bir ömür boyu onun için ah u vah etmesidir. Mesela bir harama im’an-ı nazar ile (dikkatlice) bakmıştır, yıllar sonra bile onu hatırladıkça iki büklüm olur ve o Rahmet Kapısı’na yönelir.
***
Öyle bir Sultan’a kul olacaksın ki Fatih Sultan Mehmet ile bir farkın kalmayacak, Yavuz Sultan Selim ile aynı çeşmeden testini dolduracaksın.