July 21, 2020

Zaaflarıyla İnsan

Birlikte Yaşama Ahlakı

Yanımıza gelen her insana, ihtiyacını giderme adına aç mı, açık mı, istirahati mi gerekiyor, sormalıyız, yedirmeliyiz, içirmeliyiz. Bu duygu çok önemli. Ama maalesef pek çok insanda bunu tam manasıyla göremiyorum. Bu da beni çok üzüyor. Sofradasın, arkadaşının önünde ekmeği yok, sofraya uzak kalmış, kimsenin bunu görememesi beni pek üzüyor. Bir de bizimle beraber çalışan, hizmet veren elemanları soframızdan ayrı tutmak, onlarla aynı sofrayı paylaşmamak doğru degildir. Bize düşen, insan olarak herkesi aziz bilmek ve aziz tutmaktır. Ayrıcalığa düşmek bizim ahlakımızla, peygamberî ahlakla bağdaşmaz. Ayrı mekanlarla, ayrı makamlarla, ayrı imkanlarla kendinizi insanlardan ayırmayın. İnsanları küçük görmeyin. Ne iş yaparlarsa yapsınlar, insanları aziz bilin, aziz tutun; yemeğinizi, sofranızı onlarla paylaşın. Farklı muamelelere girmekten sakının.

***

Fani dünya demek kolay, fani dünyayı hissetmek zordur; Rabbim hissettirsin.

***

Zaaflarıyla İnsan

Biz kendimize takılıyoruz. Takıntı kendimizde. Hücumât-ı Sitte’deki viruslere takılıyoruz. Namazla, orucla, hacc’la, zekatla yükseliyorsun; fakat seni çileden çıkaracak birşey karşısında gayzını tutabilmen, bir şehvet karşısında bedenindeki o güce karşı koyabilmen, o ibadetlerle elde ettiğin yüksekliklerden daha da yüksekliklere çıkmana sebep olabilir. Dişini sıkmasını becerebilirsen, sendeki negatiflikleri pozitif güce çevirebilirsen, elde edeceğin güçle füze hızından daha aşkın bir hızla evc-i kemâle vasıl olabilirsin. Senin aklın cok ileri bir diyalektiğe, cerbezeye sahipse; o aklını arkadaşlarına karşı kullanmayarak hak ve hakikat adına onun cerbezesini dizginleyebilirsen, hak rızası için kullanabilirsen, iradenle o aklı, senin icin bir şerr-i cüz’i iken hayr-ı küllîye çevirebilirsin.

Hiçbir hadise karşısında zaaf göstermeyecek melekleri, rûhânî varlıklar şekilde ya “Rabbim, beni şu anda yarattığın gibi yarat” derdim. “Alabildiğine taşkınlıklarım olsun, ama bana neticede sana râm olan, senin rızanda olan öyle bir irade ver ki; ben o iradenin kemendi ile sana yükseleyim. Çünkü senin zaaftan ârî var. Ama ben insan olmak istiyorum. Odun olmak degil”, derdim. İçimde çok taşkınlıklar olabilir. Belki bunlar beni harab da ediyordur. Ama ben bu harâbiyet içinde iradenin gücüyle Allah’ın muradına varabileceksem, Cenab-ı Hakk bu gücü bana vermişse, ben de bu fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeliyim.

Allah’ın sana verdiği herseyden razı olmanın yanında, sana da düşen, bütün negatifliklerini, zaaflarını, günahlarını aşarak, yanlış tavırların esiri olmadan Cenab-ı Hakk’a tam manasıyla râm olabilmendir. Allah seninle farklı bir espri ortaya koymuştur. Seninle birşey yapmak istiyordur. Yeter ki sen zaaflarının, boşluklarının zebûnu olma.. onları aşmasını bil… Ne bahtiyarız ki Nebiyy-i Server’imiz var, aleyhissalatu vesselam.. Kur’anımız var… Hiç birşeyimiz olmasa, Kur’anımız bize yeter.

***

Hz. Ali’ye güzel bir at vermişler. “İdarecilikten kaçmak için ne kadar da güzel.” demiş.

***

Bakmak ve Görmek

Eşyanın mülk ciheti (fizîkî yönü) adına bugün görebildiğimiz binde 4 diyorlar. Geleceğin ilim dünyasında bunun milyonda 4’e ve daha azına düşeceğini göreceğiz. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin tecellisini görme hususunda çok darlık yaşıyoruz. Nasıl üç boyutlu resimlere ısrarlı ve farklı bir açıdan bakma neticesinde kareler şekilleniyor; eşyanın fizik ve metafizik, madde ile mana buutlarını beraberce ele alarak ısrarla ve farklı açılardan bakmasını becerebilirsek, mülk ciheti yanında melekût ciheti (fizikötesi yönü) de üç, dört, beş, altı boyutuyla bizim müşahedemize açılabilir ve eşyanın hakiki yüzünü görmeye başlayabiliriz.

***

Zihinler terbiyeli ama aynı zamanda da hür düşünceli olmalıdır.

***

Teveccüh

Teveccüh teveccühü doğurur. Bakarsan bakılırsın. Çiçeğin güneşe bakışı gibi bakmayı becerebilirsen, yönelebilirsen, onun tecelliyatına muhatap olursun. Burada esas olan gönülden müteveccih olabilmedir. Eğer gönlünün sesini seslendiremiyorsan, ve nefse dayalı sûnî cilveleri fısıldıyorsan, o tecellilere muhatap olman da mümkün degildir. Gönülden müteveccih olmak, çok samimi olmak esasdır.

***

İnsan zaaflarının farkında olursa o zaaf Allah katında şefaatçi olur. Farkında olmak şefaatçi olması için gerekli

***

Yıkılan İmajımız

Kırılmış bir imajın tamiri hususunda ve neşr-i hak için neyi nasıl yaparız, ifade ederiz derdi, sancısı olmayınca nasıl olacak ki?!. Bir de gerçeklerle yitirdiğimiz İslamiyeti şakalarla düzeltemeyiz ki! Bırakalım yalanı.. doğru olalım.. doğru üzerine bir dünya kurmaya karar verelim.. hiç yalan söylemeyelim.. ve hiç bir yıkıcı harekette de bulunmamaya söz verelim. Hak ve hakikat adına gerçekten samimi olmaya, doğru söylemeye bakalım, doğru hareketler içinde bulunalım.

***

Aman ha!.. Bizde asla yeis yok; söylediklerimiz eksik ve kusurlarımızı görebilmek için. Eksiklerimizi göremezsek neyi, nasıl tedarik edeceğiz ki?

***

İnsan Aynası

İnsanın ruha kendi gücünü kazandırması mutlaka Allah’ın rızasını kazanması demek degildir. Ruhun gücünün kazandırılması mârifet-i ilâhî noktasından birşey ifade eder; yoksa yogilerin yaptığı şekil esas değildir. Atmosfer de, küre-i arz da hepsi birer aynadır. Aynalıklarıyla bütün tecellî-yi ilâhîyeyi aksettirirler. İnsan ise kainatta şuurlu tek aynadır. Zat-ı ulûhiyetin bilinmesi ancak insan gibi şuurlu bir ayna ile olur. O’nu gösterme hususunda insan çok iyi bir ayna olmuştur. Ama bir mîrî (anonim) sözde “mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür dâim” denildiği gibi Server-i Nebi (aleyhissalatu vesselam) bütün tecellilere aynaların aynası olmuştur. Eğer o aynada tecelliler aksetmeseydi heryer ve her mevcûdât zifiri karanlık olurdu. Allah bizleri hoşnutluğuna talip muktedilerden eylesin. Hidayetiyle birlikte istikamet nasip etsin.

***

Dine hizmet etmiş insanlara saygı dine saygının gereğidir.

***

Secdede birşey söylemeden, en derin bir mülâhaza ile istediğin kadar durabilirsin. Önemli olan, ısrarla kendini namaza salıvermektir. Bir tek şey söylersin, ama senin ufkun alır seni en derinliklere götürür. Bu, hissetme, duyma meselesidir; vicdanî bir mülâhazadır. Rasulullah’ın secdesinin uzunluğu, rukûdaki zaman kadardı. Rukû’daki duruşu kavmedeki kadardı. Kavmedeki duruşu da tahiyâttaki oturuşuna eşti. Bazen O’nun nafile olarak kıldığı bir rekat namaz, sizin teravihte kıldığınız kadardı. Halbuki siz senede bir ay kıldığınız teravih namazı ile çok namaz kıldığınızı düşünürsünüz.