Bu farenin %4’ü insan!
Tarih boyunca farklı kültürlerde anlatılan hikayelerde ilginç bir şekilde ortak bir motife rastlarız: insan-hayvan hibridleri. Üst tarafı insan, alt tarafı at olan sentorlar, yarı insan yarı keçi satirler, yarı insan yarı kuş sirenler, şirinler, yarı insan yarı aslan sfenksler, bu liste uzayıp gider. İnsan hayvan karışımlarına bazı kültürlerde o kadar önem verilir ki tanrı statüsüne yükseltilir: şahin kafalı horus, fil kafalı ganesha, kuş kafalı tengu. Tam olarak bu saydığım örneklerle aynı olmasa da bizdeki bozkurt destanında da kurt ve insan birlikteliğinden söz edilir.
Binlerce yıllık sözlü tarihte yüzlerce farklı kültürde anlatılan bu hikayelerde neredeyse tüm hayvanların bir insanla karışımından oluşan kimerik türler vardır. Tarihin en eski yazılı destanı Gılgamış’ta akrep insanlardan oluşan bir halkı bile buluruz. Hayal gücümüz bizi bir akreple bile birleştirmeyi uygun görmüştür. Ama bir hayvan var ki hiçbir hikayede onun insanla karıştığını göremezsiniz: farelerden söz ediyorum. Fare-insan diye bir hikaye kahramanı yoktur. Bırakın efsaneleri, mitolojileri, modern çağda kaleme alınan bilim kurgu hikayelerinde bile insan hayvan karışımları içerisinde fare-insana rastlayamayız.
Bu tür romanların en ünlüsü hiç şüphesiz H. G. Wells’in kaleme aldığı Dr. Moreau’nun Adası. Pasifik okyanusunun ortasındaki ıssız bir adada hayvanlarla insanları birleştirmek için korkunç deneyler yapan çılgın bir doktorun bu hikayesinde çeşit çeşit hibridler, puma kadınlar, çakal adamlar, daha başka kimerik türler vardır. Ama fare insanlar yoktur. <
Hayal gücümüzde bir türlü yan yana getiremediğimiz bu iki canlıyı, son yıllarda gerçek dünyada gerçek bilim insanları buluşturmaya çalışıyor. Bugüne kadar bu konuda yapılan en ileri seviye deneyin sonuçları geçtiğimiz hafta yayımlandı.
New York Eyalet Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, insan kök hücrelerini bir fare embriyosuyla birleştirdiler.
Bu yüksek çözünürlüklü fotoğrafta 17 günlük fare embriyosunu görüyorsunuz. Mavi hücreler fareye ait. Yeşil hücrelerse insana. İnsana ait bu yeşil alanların çoğunda kırmızı kan hücreleri var. Araştırmacılar bu embriyo henüz 3,5 günlükken 10-12 grup saf kök hücreyi enjekte etmişler. İki hafta içerisinde fare embriyosu aralarında kırmızı kan hücresi, göz hücresi ve karaciğer hücresi de olmak üzere milyonlarca insan hücresi üretmiş. Araştırmayı yürüten profesör Feng embriyodaki hücrelerin %4’ünün insan hücresi olduğunu söylüyor.
Aslında bu da en düşük ihtimalli tahmin. Dr. Feng olgun insan kırmızı kan hücrelerinin çekirdeği olmadığı için, toplam hücre sayısını ölçmek için kullandıkları yöntemle sayılmadığını ifade ediyor.
Bu fotoğraftaki yeşil alanlar da fare embriyosundaki insan gözü hücreleri. Gözümüzdeki hücreler ana rahmindeki insan embriyosunda oldukça geç bir aşamada oluşur. Oysa bu deneyde araştırmacıların kullandıkları yeni bir teknik sayesinde fare embriyosunun içerisinde çok daha hızlı oluşmaları sağlanmış. Normalde insan embriyosunda 8 hafta süren kırmızı kan hücrelerinin oluşumu ve aylar süren göz hücrelerinin oluşumu, fare embriyosunda günler içerisinde gerçekleşmiş.
Bu tür denemeler ilk kez yapılmıyor. Geçmişte farelerle domuzları birleştirme denemesi yapıldı, başarısızlıkla sonuçlandı. 2017’de domuz embriyosuna insan hücresi enjekte edildi ve 150 başarılı embriyo geliştirildi. Ancak bu domuz embriyolarındaki 10000 hücreden biri insan hücresiydi. Yani karışım oranı 10000’de birdi. Farelerle yapılan daha önceki denemelerde bu oran 1000’de bire kadar yükseltildi. Geçen hafta sonuçları açıklanan deneyde bu oran 40 kat daha arttırılarak %4’e çıkarıldı.
Peki bu ne anlama geliyor? Neden bu tür denemeler yapılıyor? Talep olduğu için. Mitolojik hikayelerde binlerce yıldır anlatılan hayvan-insan hibritleri belki de sadece hayal gücümüzün zenginliğini göstermiyordur. Ortak bilinçaltımız bu tür yaratıklara ihtiyaç duyabileceğimizi düşünüyor olabilir mi? Bilemeyiz. Bildiğimiz şey insanların dokuya, organa ihtiyacı olduğu. Tarihte bunları naklederek tedavi sağlamak mümkün değildi. Modern tıp sayesinde artık organ nakli, doku nakli mümkün hale geldi. Fakat nakledilebilecek yeterli sayıda organ yok. Şu anda dünyada kendisine organ nakli yapılması için bekleyen hasta sayısı, böyle bir nakil için bulunabilen organların sayısından 4-5 kat daha fazla. Böbrek nakli için ortalama bekleme süresi 3 yıl civarında. Üstelik nakilden sonra vücudun bu organı kabul etmeme ihtimali de var. O yüzden bilim insanları neredeyse 30 yıldır ihtiyaç duyulan bu organları laboratuvar ortamında üretmenin yollarını arıyorlar. Bu yollardan biri de hayvanları inkübatör olarak kullanmak. Biyolog Janet Rossant, bir insan böbreğini domuzun içerisinde 5 ay gibi kısa bir sürede hazır hale getirmenin teorik olarak mümkün olduğunu söylüyor. Çünkü fare ve domuz gibi hayvanlarla insanların genetik kodları arasında çok az bir fark var.
Bir insanın genetik kodunu bastırdığınızda 175 ciltlik, 262.000 sayfalık bir ansiklopedi ortaya çıkıyor. Satırlarında AAG, AAT, ATA gibi 3 milyar civarında kelime olan bir kitap bu. İşte bu kelimeler bizim gözümüzün rengini, saçımızın şeklini tanımlıyor. Diğer hayvanların da genetik kodunu böyle cilt cilt bastırdığımızda ne görüyoruz biliyor musunuz? Mesela şempanzelerin genetik ansiklopedisindeki 175 cildin 168 tanesi insanınkiyle kelimesi kelimesine aynı. Farelerle %85 aynı genetik kodu paylaşıyoruz. O yüzden genellikle bu hayvanlar üzerinde denemeler yapılıyor.
Bunların bazıları skandallarla sonuçlanıyor. Geçen yüzyılın başlarında Dr. Moreau’nun Adası yayınlandıktan kısa bir süre sonra Rusya’da gerçek bir doktor çılgın denemeler yapmaya başladı. Kızıl Frankenstein lakaplı Ilia Ivanov insan-maymun hibriti elde etmeyi denedi. Bir insan rahmini Nora adlı şempanzeye nakletti, ancak Nora fazla yaşamadı. Bu başarısız denemenin ardından 5 kadını böyle bir hibriti karnında taşımak üzere ikna etti. Fakat bu kez de Tarzan lakaplı baba şempanze plan işleme konulmak üzereyken beyin kanaması geçirdi. Bu denemeleri duyanların şikayetleri üzerine Ivanov 1930’da tutuklanarak Kazakistan’a sürgüne gönderildi.
Demek ki insanlar kendi folklörleri dışında bu tür hibrid canlıları gerçek dünyada görmek istemiyor. Şu anda yapılan denemeleri siz duyduğunuzda neler hissettiniz? Büyük bir ihtimalle mide bulandırıcı, iğrenç olarak gördünüz öyle değil mi? İşte dünyanın her yerinde bu tür deneyler yasal ve etik tartışmalara yol açıyor.
Fare embriyosuna enjekte edilen insan kök hücrelerinden böbrek ya da göz hücreleri oluşturulduğunu söylemiştim. Peki bunlar değil de insan beyninin hücreleri bu embriyoda gelişirse ne olur? Bir hayvanın vücuduna hapsolmuş insan aklı mı elde ederiz? Bu hücreler tüm beyin fonksiyonlarını olmasa bile bir kısmını yerine getirebilir mi? Bu şekilde Alzheimer gibi hastalıklar tedavi edilebilir mi? Bir tarafta tedavi ihtimali, diğer tarafta korkutucu sonuçlar…
2009 yapımı Splice filminde tam da böyle denemeler yapan bir çiftin hikayesini izlemiştik.
Hayvan bedenine hapsolmuş insan aklı senaryosunun oluşmaması için bazı önlemlerin alınabileceğini söylüyor araştırmacılar. Embriyo gelişiminin sadece belli aşamalarında insan hücrelerinin enjekte edilmesi gibi önlemler bunlar. Peki ya bu tür önlemler alınmazsa ya da aksilikler çıkarsa ne olur? Bunun önüne geçebilmek için pek çok ülkede yasal olarak böyle bir duruma izin verilmiyor. Ama dünyada gri alanların olduğu pek çok bölge de var.
Daha birkaç ay önce, Aralık 2019’da Çin’de tam 4000 domuz embriyosuna maymun kök hücresi enjekte edildi ve gebelik süresi boyunca hiç müdehale edilmedi. Bu embriyolardan iki tanesinin doğumu gerçekleşti. %99’u domuz %1’i maymun olan bu iki yavru bir hafta içerisinde öldü. Ama ta 1984’te keçi ve koyun hibridi kimetik bir tür yetişkinlik çağına kadar yaşatılabilmişti. Ya %1’i maymun olan domuzlar da yaşasaydı ne olurdu? Ya da gelecekte %1’i insan olan domuzlar elde edilirse Güney Çin’de doğmuş ve genetik bozukluğa sahip bu yavru gibi bir şey mi ortaya çıkar?
Belli ki bu konudaki denemeler devam ettikçe başarı oranı da artacak. Burada gördüğünüz organlar CRISPR tekniğiyle genetik olarak değiştirilmiş domuz akciğeri. İçinden geçen insan kanını temizliyor. Deneyi gerçekleştiren Dr. Lars Burdorf genetik modifikasyon yapılarak insan kanını reddetmesi engellenen bu organların herhangi bir hayvana ya da insana nakledilebileceğini söylüyor.
Geçen hafta açıklanan ve %4’ü insan hücresinden oluşan fare embriyosu deneyini yapan Doktor Feng de genetik olarak değiştirmek yerine doğrudan hayvanların içinde insan dokusu ve organı üretilebileceğini ifade ediyor: “Bu fikirler şu aşamada biraz korkutucu gelebilir” diyor “ama uçak ilk kez icat edildiğinde de böyleydi. Eğer toplum uçakları kullanmanın korkunç bir fikir olduğuna karar verseydi, bugün pek çok şeyi yapamazdık” diye ekliyor. İnsan hücreleri eklenmiş hayvanlarla ilgili olasılıklar da böyle. Birkaç kaza yaşanabilir ama pek çok insanın hayatını da kurtarabilir. Mesela şu anda COVID 19’la ilgili araştırmalar bu tür hibrid hayvanlar üzerinde yapılabilir.
Yine de kendi yaptıkları %4’ü insan hücresi olan embriyoyu sadece 17 gün yaşattıktan sonra deneye kontrollü bir biçimde son verilmiş. Bunun sebebi yasal ve etik kaygılardan başka bir şey değil. Yine de “peki ya?” sorusu ister istemez insanın aklına geliyor. Peki ya bu deneye son vermeyip devam etselerdi ne olurdu? Bugüne kadar içine en büyük oranda insan hücresi enjekte edilmiş bu embriyo dünyaya gelseydi… Mesela konuşabilen bir fare doğabilir miydi?
Tarih boyunca hemen tüm kültürlerde anlatılan insan-hayvan hibritlerinin bazı durumlarda tanrı statüsüne yükseltilmesinin sebebi, bu canlıların, bu kimerik türlerin bizi koruyabileceği düşüncesi olabilir mi? Belki de buna ihtiyacımız var? Belki de bu fikri içten içe seviyoruz…