Bu yazarı tanıdınız mı?
Şimdi size anlatacaklarım, hala yaşamakta olan bir yazarın gerçek yaşam hikayesi. Başlangıçta ismini vermeyeceğim. Sonunda ismini verdiğimde de belki bir kısmınız “o kim?” diyecek, “Daha önce hiç duymadım.” Olsun, ben yine de anlatacağım, çünkü onun hikayesinde kendime ve size yakın bulduğum bazı noktalar var.
Anlatacağım kişi sonradan milyonlarca satacak olan ilk romanını yazmadan önce de bir yazarmış. Ama kod yazarmış. Bilgisayar programcısıymış. Ta 1995’te, Warcraft 2 oyununun yazılım ekibinde yer almış. Tabi her iş böyle efsanevi oyunları kodlamak kadar eğlenceli olmayabilir. Daha sonra çalıştığı MobileIron şirketinde yaptığı iş gibi: ofis çalışanlarının cep telefonlarıyla kurumsal sistemlerin senkronize çalışmasını sağlayan Android yazılımları için kod yazmak. Daha söylerken bile uykumuz geliyor.
Hayat böyle arkadaşlar. Öğrenciyken sıkıcı derslere katlanarak mezun olmaya çalışıyorsunuz, mezun olduktan sonra da sıkıcı işlere katlanarak yaşamınızı devam ettirmeye… Bunun neresi yaşamak?
Tam böyle düşündüğünüz ve karamsarlığa kapıldığınız zamanlarda sizi gerçekten neyin mutlu ettiğini düşünün. Ve o şeyi yapmak için yaşamınızda küçük bir alan oluşturmaya çalışın.
Size anlattığım yazar böyle yapmış. Kendisi için oluşturduğu küçük alan da bir web sitesi: Galactanet. Sitenin tasarımını görünce hemen eleştirmeyin. 2000’li yılların başlarında amatör web sitesi tasarımları böyle oluyordu. Yazarımız kendi hayallerini bir çizgi roman formatında haftada 2-3 gün burada paylaşmaya başlamış. 2008 yılında bu çizgi romanın son bölümünü yayınlayınca altına şu notu düşmüş:
Bunlara yıllar önce başladığımda, bu kadar insanın saçma fikirlerimi herhangi bir biçimde dinleyeceğini hiç düşünmemiştim. Hepinize, çok teşekkür ederim.
6 yıl boyunca yüzlerce bölüm çizgi roman yazıp çizip bunları o kendi küçük web alanından yayınladıktan sonra böyle bir notla karşılaşınca herhalde çok ünlü oldu diye düşünüyoruz öyle değil mi? Hayır. Bu kadar insan derken kendisini takip eden bir kaç yüz kişiden söz ediyor. O halde çok mu para kazandı? 6 yıl boyunca 600 küsür çizgi romanı insan boşu boşuna yazmaz. Hayır. Bunların hepsini tamamen ücretsiz olarak bu web sitesinden yayınlamış ve hala gidip ücretsiz olarak okuyabilirsiniz. Hatta 564. bölümünden sonra Adobe Illustrator’la yapmaya başladığı çizimlerin orijinal dosyalarını takipçilerinin isteğiyle zipleyip sitesine koymuş. Bir bakıma tasarımlarının kaynak kodunu yayınlamış.
İşte ben buna sanat derim. Ama sadece yaptığı çizimlere değil, çok da ahım şahım şeyler değil o çizimler. Yaptığı işe, davranış şekline sanat derim: “yaşama sanatı” bu. Bir yandan sıkıcı bile olsa çalışarak hayatını geçindirirken bir yandan da sevdiği bir konuda bıkmadan usanmadan bir şeyler üretmek. Yıllarca… Beklentisiz… Sadece o işi yapmak kendisini ve onu seven az sayıda da olsa kişiyi mutlu ettiği için…
Yazarın bu sitesinde bir de yaratıcı yazarlık bölümü var. O bölümde kısa hikayelerini yazıp paylaşmış. Bu hikayelerden özellikle bir tanesi var ki gerçekten çok etkileyici. Adı yumurta. Sonradan pek çok kişi tarafından başka dillere de tercüme edilen, kısa filmlere ve animasyonlara dönüştürülen bu hikayeyi ben de sizler için seslendirdim. Zipleyip aşağıya koydum. Dileyenler indirip dinleyebilir.
Yazarımızın kişisel web sitesinde yaptığı bir iş daha var. Uzun hikayelerini parça parça -arkası yarın- gibi yayınlamak. İşte 2008’de çizgi-roman projesini bitirdikten sonra 2009’da böyle bir hikayeyi yazmaya başlamış. Yazdıkça da bölüm bölüm web sitesine koymuş. Böylece bitirince bir roman haline gelmiş. Kişisel web sitesinden yayınladığı ve sadece 3000 kişinin okuduğu bir roman olmuş. Sonra okuyucuları demiş ki biz bunu web sitesinden okumakta zorlanıyoruz, sen bunu bastırırsan okuması daha kolay olur. Yayıncılık dünyasını bilenler bir romanı ya da herhangi bir kitabı bastırmanın ne kadar zor olduğunu da bilirler. Özellikle henüz isim yapmamış bir yazarsanız o ilk filtrelerden geçip kitabınızı yayınlatmak oldukça uzun ve zorlu bir süreçtir.
Hikayesini anlattığım ve henüz ismini vermediğim bizim yazar da gerçekten o zamanlar isimsiz bir yazar. Kendi web sitesinde yazdıkları dışında yayıncılık dünyasında hiçbir varlığı yok. O yüzden “doğrudan yayıncılık” teknolojilerini kullanmaya karar vermiş. Eylül 2012’de Amazon’da kendi kitabını kendi yayınlamış. Tabi herhangi bir yayıneviyle çalışmayıp doğrudan yayıncılık yapsanız bile bu işin bir masrafı var. Ücretsiz yayınlayamıyorsunuz. Bizim yazar platformun izin verdiği en düşük fiyatı koymuş kitabın etiketine: 99 cent. Eylül’den Aralık’a kadar 3 ayda 35000 tane satılmış bu kitaptan. Üstelik ücretsiz versiyonu hala yazarın kişisel web sitesinde herkese açıkken.
Eğer üzerinde çalışılmış ve okunmaya, dinlenmeye, izlenmeye değer bir fikriniz varsa o öyle ya da böyle bir yolunu bulur ve ortaya çıkar. Yeter ki siz daha çok okunmaya, daha çok dinlenmeye, daha çok izlenmeye, sevilmeye, popüler olmaya çalış—mayın! O hayallerinize, fikirlerinize odaklanın, onlara emek verin.
Kendi yayınladığı kitabı yavaş yavaş ilgi görmeye başlayınca bu kez bir yayınevi ve bir menajer bizim yazara ulaşmış. 4 gün içinde önce yayıneviyle sonra da bir film şirketiyle anlaşma imzalamış. “Bir yandan bu anlaşmaları imzalarken bir yandan da ofisteki kübiğimin içinde yazılımlardaki bug’ları temizliyordum” diye anlatıyor. Yazılım dünyasını bilenler, koddaki hataları ayıklamanın işin ne kadar sıkıcı bir parçası olduğunu da bilirler.
Tabi bir film şirketiyle anlaşma imzalamak otomatik olarak kitabın filminin yapılacağı anlamına gelmez. Hatta çoğu zaman film şirketleri, kitaplar daha meşhur olmadan rakiplerine kaptırmamak için yazarıyla anlaşma yaparlar ama çok maliyetli olduğu için %90’ının filmini çekmezler. İşte bizim yazar da bu gerçeğin farkında bir şekilde ofisteki kübiğinde sıkıcı işini yaparken Cloverfield, World War Z gibi filmleri yazan senarist Drew Goddard onun kitabını senaryolaştırmaya başlar. Senaryo yazılırken bu kez Matt Damon “ben bu filmin başrolünde oynamak istiyorum” der. Hani şu meşhur Matt Damon.
Bizim yazarın en önemli özelliklerinden birini söylemeyi unuttum. Kendisinde uçma korkusu var. Uçaklardan ödü kopuyor. Seyahat engeli olan böyle bir kişi için yaşam… Şimdilerde hepimizin yaşadığı gibi… Çoğunlukla evinde geçiyor. O ana kadar her şeyi evinden yapmış. Uçamadığı için ne menajeriyle, ne yayıneviyle, ne de film şirketinden herhangi biriyle senaristle, Matt Damon’la tanışmamış, yüz yüze görüşmemiş. Bütün bu gelişmeleri böyle uzaktan takip ederken bir gün yine telefonu çalmış ve yazdığı kitabı filme dönüştürecek olan yönetmenin Ridley Scott olacağını söylemişler. Hani içinde BladeRunner gibi klasiklerin de yer aldığı şu filmleri yapan Sir Ridley Scott!
“Dalga mı geçiyorsunuz?” diye bağırmış telefonda kendisine bunları söyleyen kişiye. Hiç yüz yüze görüşmediği bu insanlar muhtemelen kendisini kandırıyorlar diye düşünmüş. Ama hayır. Kitabını kendi kendine yayınladığı Eylül 2012’den yaklaşık 2 yıl sonra Kasım 2014’de filmin çekimleri kendisinin uçamadığı için gidemediği Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de başlamış.
Bir kısmınız verdiğim ipuçlarından bu yazarın, onun kitabının ve kitaptan uyarlanan filmin ne olduğunu araştırıp bulmuştur diye tahmin ediyorum. Geçmişte bu kanalda tavsiye ettiğim o filmi bazılarınız seyretmiş de olabilir.
Daha fazla uzatmayacağım ve açıklayacağım bu yazarın kim olduğunu ama önce bu videonun sponsorunun çok güzel bir hizmetinden kısaca bahsetmek istiyorum. Çünkü bu konuyla oldukça ilgili. Kitapyurdu’nun doğrudan yayıncılık yapabilmenizi sağlayan bir web sitesi var: KDY, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık. Bu servisi kullanarak kitaplarınızı basılı olarak ücretsiz şekilde yayınlayabilir ve kitapyurdu.com sayesinde milyonlarca okura ulaşabilirsiniz. KDY hiçbir şekilde yazarlarından ücret talep etmiyor ve yayına hazır olarak gönderilmiş, yasal ve etik açıdan sorun içermeyen tüm dosyaları kitaplaştırıyor. Bunu da POD (Print on Demand) sistemiyle gerçekleştiriyor. Yani kitabınıza gelen günlük sipariş kadar üretim yapılıyor. Yazarlar %50 telif kazanabiliyor ve siparişlerle, telif ödemeleri sistem üzerinde şehir şehir anlık olarak yazarına raporlanıyor. Üstelik üretilen kitabın piyasadaki herhangi bir kitaptan fiziksel olarak hiçbir farkı yok. Hatta baskı makineleri yeni teknolojiye sahip olduğu için baskı kalitesi de yüksek oluyor. Doğrudan yayıncılık yapmak isteyenler için tamamıyla şeffaf ve yazarın kontrolünde bir yayın süreci vadediyor. Kitabını yayınlatmak isteyenler, tüm süreç hakkında bilgi sahibi olabilecekleri ve eserleriyle başvuru yapabilecekleri bu web sitesine açıklamalar bölümündeki linkten ulaşabilir.
“Şunu unutmayın. Yazar olmak isteyen herkes olabilir. Hikayenizi yazın ve yayınlayın.” – Andy Weir, (Google’da yaptığı konuşmadan)
Gelelim bizim yazara. Az önceki sözleri söyleyen kişiye. Gündelik işlerine devam ederken bir yandan da kendine açtığı o küçük alanda yazdıkları birikti ve 2014’ün en iyi bilimkurgu romanına ve 2015’in en iyi bilimkurgu filmine dönüştü: Marslı. Yazarı Andy Weir’ın hikayesini anlattım sizlere. Bilgisayar oyunlarına ve çizgi-romanlara meraklı, kendi halinde bir yazılımcı. İronik olan şey uçmaktan delicesine korkan böyle birinin yarattığı karakter, bırakın uçmayı Mars’a inen ilk insanlardan biri oluyor. Fakat bir aksilik yaşanıyor ve birlikte gittiği diğer astronotlar dönerken o orada tek başına kalıyor. Issız bir adada mahsur kalanların hikayesini çok duyduk. İşte bu kez koskoca bir gezegende tek başına kalan bir karakterin duygularını onun günlüğünden takip ediyoruz.
“Hiçbir şeyde ilk olmayı beklemiyordum. Oysa şimdi koca bir gezegende tek başına kalan ilk kişi benim.”
Andy Weir’ın yazdığı bu satırlarda kastedilen gezegen elbette Mars. Fakat bu gezegeni bir de metaforik olarak okumayı denesek. O gezegen Mars değil de bizim en değerli varlığımız olsa. Andy Weir sadece o varlığını kullanarak, kendi gezegeninin içinde vakit geçirerek bu satırları yazdı. Ona güç veren şey içindeki merak duygusuydu. Uzayla, astronomiyle, fizikle, yörünge mekaniğiyle ilgili hiçbir eğitim almadan, bu satırları yazana kadar hayatında tek bir astronotla bile tanışmadan, kendi kendine yaptığı araştırmalarla bugüne kadar yazılmış bilimsel olarak en gerçekçi romanlardan birini ortaya koydu.
“Tuhaf bir his gerçekten. Nereye gitsem, ilkim. Araçtan dışarı mı çıktım? Oraya gelen ilk kişi benim! Bir tepeye mi tırmandım? O tepeye tırmanan ilk kişi benim! Bir taşı mı tekmeledim? O taş bir milyon yıldır yerinden kımıldamamıştı!”
İşte kendi gezegenlerimizde de böyle taşlar var. O taşların altında gün ışığına çıkarılmayı beklenen nice cevherler var. Yeter ki ne kadar ıssız görünürse görünsün o gezegene gitmekten, orada vakit geçirmekten korkmayalım. Çünkü sizin gezegeninizdeki tepelere tırmanacak ilk kişi yine sizden başkası olmayacak.